Yazar: Düşra Öznur
Ben Düşra, Marmara Üniversitesi 3. sınıf Hukuk Fakültesi öğrencisiyim ve okulun yoğunluğundan fırsat buldukça bisiklete binmeye çalışan biriyim.
Size, ağaç kesimlerine karşı görme engelli arkadaşlarımız ile birlikte farkındalık yaratmak amacıyla tandem bisikletlerle yaptığımız Bartın turunu anlatacağım. Bu tura geçen yılın Aralık ayında Engelsiz Pedal ekibi olarak ben, 2 görme engelli arkadaşımız Mustafa ve Sadriye, Hakan, Samet ve Fatih olmak üzere altı kişi çıktık.
İlk gün akşamüstü Kadıköy’de toplanan grubumuz ile Üsküdar’a doğru Ağva otobüsüne yetişmek üzere heybelerimizi de bisikletlerimize yükleyerek yola koyulduk. Üsküdar’a gidene kadar yağmur altında pedalladık ve tur boyunca da yağar mı acaba diye tedirgin olduk. Üsküdar’a otobüsün bulunduğu yere geldik ve başlangıçta bisikletleri otobüsün bagajına koymayı reddeden şoförü ikna etmeyi başardık. Gruptaki herkesle ilk kez o gün tanıştım.
Görme engelli Mustafa ve Sadriye’yi tanımak ilginçti, zira cesaretleri beni etkilemişti. Otobüslerle Ağva’ya geldik ve Ağva’da bizi misafir edecek Işık Üniversitesi’nden Boray Tek ile buluştuk.
Ertesi günün sabahı Ağva’dan çıkışla Kefken’e doğru pedalladık, korktuğumuz olmadı; yağmur yağmadı ve tepemizde güneş pırıl pırıl parlıyordu.
Daha önce yağan yağmur nedeniyle orman yolunun büyük bir bölümü çamurluydu ve bisikletlerle oldukça zorlandık diyebilirim. Sürekli olarak solumuza aldığımız Karadeniz sahilinde inişli-çıkışlı küçük rampaları aşıyorduk ve bu rampalarda soğuk havaya rağmen pedal bastıkça ısınıyorduk. Rampa inişinde de rüzgar nedeniyle üşüyorduk. Bir müddet sonra deniz kıyısında bir balıkçı barınağı bulduk. Şaşkın gözler arasında buradaki balıkçı kahvesine girdik ve sobada ısındık. Kafasında kaskları ile kalabalık bir bisikletli grubu kahveye girince haliyle herkesin ilgi odağı olduk. Amacımızı anlattık ve güzel sohbetler ettik, çayları içip biraz dinlendikten sonra oradan ayrıldık.
Kefken’e akşam varıyoruz ve hemen gördüğümüz ilk pideciye giriyoruz ve seferi indirimi yaptırarak pide ve bolca ayran söylüyoruz. İtiraf etmeliyim pidenin tadı güzeldi. Akşam bir pansiyonda kalıyoruz, pansiyoncu Yücel Abi’yi orada tanıyoruz.
Bir yandan çay demlerken diğer yandan “Nerden böyle? Nereye? Neden Bisiklet?” gibi ardı sıra gelen sorularla sohbete başlıyoruz.
Hedefimizi ve bunu gerçekleştirmenin en makul yolunun bisikletten geçtiğini söylüyoruz, çünkü bisiklet ile yolculuk etmek hep sabır ve emek işi. Bisikletle çoğu şeyi algılayarak, bir bakıma sindirerek ve yavaş yaşıyorsun. Rampa çıkarken nabzın yükseliyor, sonrasında yokuş aşağı inerken bir şeyi başardığını rüzgar yüzüne vurunca daha iyi hissediyorsun. Hiç bilmediğin bir ağaç meyvesini, hiç bilmediğin bir kokuyu otomobil veya başka bir kapalı araç içinde algılaman, duyman ve içine çekmen mümkün değil. Ya da motorlu taşıtla yolda seyrederken tanımadığın insanlarla oturup sohbet etmen ve yeni insanlar tanıman çok zor. Ama bisikletle bunların hepsi mümkün olabiliyor.
Biz bu turumuzda kesilen binlerce ağaca dikkat çekmek ve farkındalık yaratmak istiyorduk. Yolda tanıştığımız, sohbet ettiğimiz herkese bu turdaki amacımızı anlattık; termik santral istemediğimizi ve bu farkındalığı yaratmak için iki görme engelli arkadaşımızla beraber İstanbul’dan yola çıktığımızı söyleyince kendiliğinden uzun bir sohbet konusu açılıyor: Bisiklet ve yolda olmak.
Ertesi sabah erkenden kalkıp yaklaşık 120km yapacağımız için erken yatmak zorunda kalıyoruz. Sabah saat 04.00’te kalkıyoruz ve kahveyle uykumuzu açıyoruz. Soğukta, henüz gün aydınlanmadan bisikletleri yükleyip yola çıkıyoruz. Köylerin içinden geçerken ışık yanan evlerin kıyısından sessiz bir şekilde yol alıyoruz, gün aydınlanırken kendimize kahvaltı yapabilecek bir yer bakınıyoruz. Taze pişmiş ekmek kokuları geliyor burnumuza; ama nerden geldiğini bilemiyoruz, açlığımız daha da şiddetleniyor.
Neyse ki yolun devamında bir bakkala rastlıyoruz, bu bakkal aynı zamanda köyün muhtarıymış. Bahçesi ve çeşmesi olan güzel bir bakkal burası, iyi ki denk geldik diyoruz. Yeni demlenmiş çay da olunca kahvaltımızı burada yapıyor ve suluklarımızı doldurduktan sonra en uzun etap olan Ereğli’ye doğru yola çıkıyoruz.
Mustafa ve ben tandeme geçiyoruz ve grupla yüksek tempo yakalayarak Karasu’ya kadar hiç durmadan bisiklet sürüyoruz. Karasu’da bir bisikletçi bulup orman yolunda çamura bulaşan bisikletlerimizi temizliyor ve bakım yapıyoruz. Öğlen yemeğini de yedikten sonra fazla vakit kaybetmeden yola çıkıyoruz, çünkü hava karardığında Ereğli’de olmamız gerek. Akçakoca’yı da geçerek Alaplı sınırına geliyoruz.
Fakat hava çoktan karardı ve daha gitmemiz gereken 30 kilometre var. Yorgunluğumuzu unutarak ve birbirimizi motive ederek pedal basıyoruz.
Sonra Ereğli tabelasını görünce çok seviniyoruz. Hemen birkaç fotoğraf çekiyoruz ve bizi misafir edecek arkadaşlarımızla buluşuyoruz. Yine fazlasıyla acıkmış halde bizim için kurulan sofraya oturup lezzetli yemeklerle karnımızı doyuruyoruz. Ve derin sohbete koyuluyoruz, ama yemekten hemen kısa bir süre sonra yorgunluğun da bastırmasıyla uykumuz geliyor ve müsaade isteyip kalacağımız yere geçiyoruz.
Ertesi sabah çok soğuk bir güne uyanıyoruz ve bisikletleri hazırlıyoruz. Bugün hedefimiz Zonguldak; memleketim ve oraya arkadaşlarımla birlikte bisiklet sürerek gitmek benim için çok güzel bir duygu. Ereğli’de bir dükkanda çay buluyoruz, omlet de istiyoruz ve yapamayacaklarını söylüyorlar. Kendimizi tanıtıp amacımızı anlattıktan sonra orada çalışan bir kadın evinde büyük bir tavada omlet yapıp getiriyor bize. İşte buna gerçekten seviniyoruz.
Bu turda yediğim her şeyin tadı bana çok güzel geliyor nedense. Hadi birer çay daha içelim diyoruz.
Ereğli’den çıkınca Zonguldak yolunda meşhur bir rampa var: Deli Hakkı Rampası. Burada 5 km boyunca sürekli çıkılan meşhur rampalar var, yol geniş, ancak rampalar arabaları bile zorlayacak diklikte. Grupça en düşük viteste, yavaş yavaş pedallıyoruz. Yolda traktördü, patpattı ne bulursak tutunuyoruz, destek almayı ihmal etmiyoruz.
Rampanın ortasında mola verdik ve sularımızın bittiğini fark ettik; arabalara işaretler edip su istedik, iki araba durdu ve sularını bizimle paylaştı.
Elbette her rampanın bir sonu var.
Sonrasında yaptığımız uzun inişin keyfi ise bambaşka oldu. Tandemde üstünde birlikte bisiklet sürerken Mustafa sıkça türkü söylüyor ve bol bol sohbet ediyoruz, kitaplar, günlük olaylar, anılar…
bisiklette sohbet çok keyifli, tavsiye ederim.
Hava kararıyor, Zonguldak Ilıksu’ya varıyoruz, şehir merkezine daha 5-6km var. Bizi karşılayacak olan Melih bize sürpriz yapıyor ve Jandarma Trafik ekiplerinin bize eskortluk yapması için ricacı oluyor. Şaşırıyoruz, tabi bu kadar büyük bir kafile beklemiyorduk. Büyük bir konvoy halinde Zonguldak’ın dar yolları arasından şehir merkezine ulaştık, burada bir basın açıklaması yapıp turumuzun amacını anlattık. Ailem Zonguldak’ta bizi bekliyor; yemeğe bekleniyoruz: Şehirde hiç oyalanmadan doğrudan eve, yemeğe gittik. Annemin hazırladığı yemekleri hemen yemeye koyulduk. Sohbetler edildi, çaylar konuldu. Kaç gündür yollarda her türlü kire, toza, çamura maruz kalmış giysilerimizi de çamaşır makinesinde yıkadık, sabaha kadar kuruyacağından eminiz; çünkü soba gürül gürül yanıyor.
Sadriye ve ben evde kaldık, diğer arkadaşlarımız ise Gençlik ve Spor Müdürlüğü’nün misafirhanesine geçti.
Ertesi sabah rota: Çaycuma yolundan Bartın’a varış. Çaycuma ilçesinde yine bir bisikletçi buluyoruz, geleceğimizi bildiğini söyleyip Bartın’dan bir ekibin bizi karşılamak için yolda olduğu müjdesini de veriyor. Çay ve tostla dinlenip enerji depoluyoruz. Çaycuma’dan çıkınca Bartın Pedaldaşlar Bisiklet Kulübü’nden kalabalık bir grupla karşılaşıyoruz ve Bartın’a beraber pedal çeviriyoruz. Bu arada Mustafa’yla sürdüğümüz tandemin vitesi sistemi aksıyor ve sürekli olarak zincir atıyor; vitesi fazla değiştirmeden Bartın’a kadar idare ediyoruz.
Hep beraber Bartın’a varınca bisikletlerle bir süre turladık, Bartın halkına “Arabadan in, bisiklete bin.’ diye seslendik. Sonra basın açıklaması için şehir merkezine geçip çeşitli kuruluşların birlikte oluşturduğu Bartın Platformu ile termik santral inşaatı sırasında yapılan ağaç kıyımına karşı basın açıklaması yaptık. Termik santra lin ağaç keserek ve doğaya zarar vererek kurulmasına dur demek, farkındalık yaratmak amacıyla burada olduğumuzdan bahsettik. Basın açıklamasından sonra hep beraber bir söyleşiye katıldık. Bisikletleri sahneye yerleştirdik ve turumuzu, engelli arkadaşlarımızla beraber bir çok şeyi nasıl yaptığımızı anlattık. Bizi dinlemek için Bartın’da söyleşiye katılan engelli bir arkadaşımızı bisiklete bindirip birlikte sürüş yaptık.
Akşam olunca da hep birlikte yemek yemek üzere Amasra’ya geçtik. Bartın’a gelip Amasra’yı görmeden, Amasra’da balık ve salata yemeden olmaz kuralına uyup burada en güzel sohbetli, bol gülmeli akşam yemeğimizi yedik.
Pedaldaşlar ve Bartın Platformu sağ olsun bizi güzel ağırladılar. O gece Amasra’da kaldık.
Ertesi sabah “Amasra’ya uyanmak” denilen olayı yaşadım: İstanbul’un nasıl güzel adaları varsa; Bartın’ın da adası Amasra sanki. Denizi, sahili, kumsalları, ormanları, ağaçları ve evleri ile çok güzel bir yer Amasra.
Sabah kahvaltımızı yapıp binlerce ağacın kesildiği yere gitmek için bisikletlerle yola çıktık. Bartınlı bisikletçiler ve doğaseverler de katıldı bize. Bizim tandem Mustafa ve beni fazlasıyla zorluyor. Bir köye ulaşıyoruz ve sürdüğümüz tandem bisiklet artık yola devam edemiyor. Sağdan ve soldan iki bisikletli bizim tandemi ittiler ve biz de zincir izin verdiğince pedal çevirerek yokuşları tırmandık. Ağaç kesiminin yapıldığı yerde gazeteciler bizi bekliyor. Bisikletlerimizi ağaçlara zincirledik ve ağaçların kesilmemesi gerektiğini, İstanbul’dan Bartın’a doğaya hiç zarar vermeyen bir araçla nasıl geldiğimizi, neden geldiğimizi anlattık. Böylece toplam beş gün süren 315 km’lik turumuzu da tamamlamış olduk, basın açıklamasından sonra dönüş yolculuğu için otogara pedallarken turumuzu başarıyla bitirmenin gururunu yaşadık.
(Bu yazı Ocak 2016’da The Bike Mag’de yayımlanmıştır.)